“Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir” Yahya kemal Beyatlı
Dil bir milletin var olabilmesi için olmazsa olmazlarındandır. Milletin varlığı ve geleceği açısından değerlendirdiğimizde dil; bir milletin kendisini, yaşayışını, kültürünü, inancını, devlet anlayışını, tarih şuurunu, geleneklerini, göreneklerini, eğitimini, teknolojisini, mimarisini, musikisini, yeme içme şeklini, giyimini, mutfak kültürünü başka bir ifadeyle folklorunu, iç ve dış dünyasını söz ve yazıyı kullanarak ifade ettiği asla vazgeçilmesi mümkün olmayan şah damarı niteliğindedir.
Dil meselemiz dünya üzerindeki varlığımızı, millet olan vasfımızı devam ettirebilmemiz ve diğer milletler yanındaki medeniyet yarışında biz de varız diyebilmemiz açısından hayati derecede önem taşımaktadır.
Ünlü düşünür Wittgenstein “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır' ifadesindeki gerçekle, dilin sadece düşünceyi aktaran kuru bir ifade unsuru olmadığını, aynı zamanda dilin, kişinin dünyayı algılama biçimi olduğunu ifade eder. Bu açıdan dil, düşünce şeklimizle de yakından ilgilidir.
Dil geçmişimizle geleceğimiz arasında bir köprüdür. Biz dili her yönüyle işleyen edebiyat sayesinde Dede Korkut’u, Ahmet Yesevî’yi, Pir Sultan Abdal’ı, Karacaoğlan’ı, Bakî’yi, Süleyman Çelebi’yi, Mehmet Akif’i, Koca Sinan’ı Dede Efendi’yi, Itrî’yi ve tarih ötesindeki nice şahsiyetleri; aynı zamanda yine edebiyat sayesinde geçmişten günümüze aktarılan kahramanlık şiirlerini, destanları, gazelleri, tarihi hikayeleri ve bunlar gibi pek çok şeyi öğreniyoruz.
İnsanlar düşüncelerini ancak kelimeler vasıtasıyla bir başka insana aktarır. Düşündüğü için de dili kullanır. Düşünme geleneğinin etkinliğini yitirmeyen toplumların dili daha geliştirmiştir. Kavram yapısı daha sistematiktir. Bunun sonucu olarak da bu toplumlarda bilim , sanat ve felsefe gibi insani faaliyetler daha gelişmiştir. Böylesi toplumların kültürel mirasları daha zengindir.
Geldiğimiz durumda bizim toplumumuz, üzülerek belirtmek isterim ki gereği kadar üretmeyen toplum durumundayız. Hâlbuki milletimizin ayakta kalabilmesi, elde ettiğimiz başarılara bağlıdır. Başarıları elde etmenin yolu ise düşünmeden geçmektedir. Zihni alanımızın üretken olması, felsefede, bilimde ve sanatta günümüz itibariyle başarı sağlayamamış olmamız milletimizin geleceği açısından varlığımızı devam ettirme şansımızı menfi yönde etkilemektedir.
Bu gün toplumumuzda hemen her alanda ifade şekillerimiz adeta arabeskleşmiş ve karmaşık bir yapı içerisine girmiştir. Bu nedenle kendimizi ifade etme biçimimiz de değişmiştir. Bu durum duygu ve düşüncelerimizi ifade etmede, şiirlerimizde, edebiyatta, mimaride ve güzel sanatlarda yozlaşmaya kadar giderek kendini göstermektedir.
Oysa ki bir millet, kendi düşüncelerini, hayat biçimini hiçbir şeyin tesiri altında kalmaksızın ifade edebileceği kadar hürdür. Bu manada hürriyetin sınırı da, toplumun ve onu oluşturan kişilerin inanmış oldukları değerler bütünüyle yakından alakalıdır. Bu açıdan baktığımızda dil; bir değerler bütünün yazıyla veya sözle, işaretlerle, sembollerle ifade edilme şekli olarak karşımıza çıkar.
Dilin gücünü belirleyen şey felsefi düşüncenin ve ilmi üretkenliğin gücüdür. Bu alanlarda üretken olmayan, tembel olan bir toplum, ihtiyaçlarını başka toplumların ürettiklerini tüketerek karşılamak zorunda kalır. Üretmeden tüketmek siyasi ve iktisadi alanda olduğu gibi, dil alanında da küçülmeye, giderek yok olmaya götürür, bu da milletler için felakettir.
“Türk demek Türkçe demektir; ne mutlu Türküm diyene' Mustafa Kemal Atatürk
yahya kemal beyatlı dede korkut ahmet yesevî pir sultan abdal karacaoğlan